Translate

28 Temmuz 2012 Cumartesi

TÜRK MİTOLOJİSİ VE MİTOLOJİNİN HALK ÜZERİNDEKİ ETKİSİ




Türk tarihinin ısrarla unutturulmaya çalışıldığı bugünlerde köklerimizin ne kadar derinde olduğu ortaya çıkıyor.






Milletin kimliğini oluşturur;
Prof. Dr. Yaşar Çoruhlu, mitolojiyi “toplumların var oldukları andan itibaren kozmosa, tabiata, evrene anlam vermek için oluşturdukları sistem; kozmosu, evreni, insanı, varoluşu, ölümü ve sonrasını arayan bir bilim dalı” olarak tanımladı. Yeryüzünde millet olmuş her toplumun mitolojisi olduğunu belirten Çoruhlu, mitoloji deyince akla neden sadece Yunan mitolojisi geldiğini “Bunun nedeni Batı tipi düşünme... Bu da oryantalizm denen mantıkla yola çıkıldığı için oluyor” sözleriyle açıkladı. 






İdeolojiler değiştirebilir;


“Mitoloji yaşayan bir şeydir” diyen Prof. Çoruhlu şöyle devam etti: 

“Bazen ideolojiler onu değiştirir. Mesela Kıbrıs harekâtında bizim askerlerimizin arkasında ’yeşil sarıklılar vardı’ denir. Bunu halk bazen de devlet hemen oluşturur bu durumlarda. Ayrıca, Türk mitolojisi çalışmaları Cumhuriyet dönemi ile başlıyor. Türk mitolojisi sanat eserlerine konu olmadığı için gelişmediği söyleniyor ama öyle değil. Türk mitolojisi pek çok sanat eserine konu olmuş ve kullanılmış.” 

Osmanlı döneminde de mitolojilerle ilgili minyatür çalışmalarının yapıldığı ilk kez Ceviz Kabuğu’nda ortaya çıktı. Hulki Cevizoğlu, Adem’le Havva’nın cennetten kovuluşunun tasvir edildiği minyatürü gösterirken, Prof. Çoruhlu da Osmanlı döneminin mitoloji açısından pek fazla incelenmediğini kaydetti.


Birliği sağlamak açısından önemli;


Prof. Çoruhlu efsane ya da mitolojilere sahip çıkmanın toplumsal birliği sağlaması açısından çok önemli olduğunu vurguladı. Bu tip mitlerin toplumda ortak bir dil oluşturup ortak bir yola yönlendirdiğini ifade eden Çoruhlu, Ardahan’ın Damal ilçesinde yılın belli dönemlerinde ortaya çıkan ve Atatürk’e benzetilen gölgeye de değinerek şunları söyledi: 



Bağımsız toplumlara özgü;

“Atatürk’ün siluetinin yansımasının arkasında eski mitlerin etkisi var... Bu tip mitler geliştikçe toplumda bir birlik ve ortak düşünce yaratıyor. Mitlerin bilimsel olup olmamasının önemi yok. Önemli olan toplumu bir araya getirmesi aynı yöne yönlendirmesidir. Dolayısıyla mitolojiyi ele aldığınızda Türk milletinin kimliğini irdeliyoruz demektir. Ama bu laboratuarda inceleme yapılabilecek bir konu değil. Bana göre mitler toplumları canlı tutan unsurdur. Mitoloji yaratan uluslar bağımsız uluslardır. Bağımsız toplum kendisini dünyanın merkezine koyar ve kendi mitolojisini oluşturur.” 







Türk Mitolojisi Nedir?


Çoruhlu, Türk mitolojisinin Avrasya’ya yayılmış tüm Türk halklarının mitlerini barındırdığını ancak bölgesel farklılıklar olabildiğini kaydetti. Çoruhlu, “Türk mitolojisinin önemli bir kesimini Şamanizm oluşturuyor ama farklı toplumlarla ilişkileri olduğu için başka izler de var. Maniheist mitoloji var mesela. İslamiyet’e geçtikten sonra bir dönüşüme uğratmışlar. Tabi bazı dönemlerin ideolojilerinin oluşturdukları mitler var. Mesela dua ederken elleri göğe açmak Şamanizm’den gelen bir alışkanlık” dedi.





Tanrı-Allah kavramı;


Tanrı ile Allah kavramları arasında fark olduğunu öne süren siyasi görüşe değinen Hulki Cevizoğlu’nun, “Tanrı demeyin Allah deyin diyor. Tanrı derseniz başka anlama gelir deniyor. Aradaki farkı açıklar mısınız?” sorusuna Prof. Çoruhlu, 

“Tanrı, sözcüğü günümüze kadar ulaşabilmiş öz Türkçe bir kelimedir. Allah teriminin açıkladığı şeyle Tanrı’nın açıkladığı şey sadece müslüman Türk toplumlarında aynıdır. Diğerleri Tanrı dendiği vakit evrenin yaratıcısını kastederler ama kafalarında Gök Tanrısı vardır. Bazı toplumlarda onun daha sonra Kayrakhan ya da Ülken denilen şekilleri vardır. Bunlar zamanla Gök Tanrısı olmuştur” karşılığını verdi. 


Mitoloji, toplumun dokusunu ortaya koyar;


Araştırmacı Yazar Turgay Kürüm, mitolojilerin toplumların karakteristik yapılarını ortaya koyduğunu söyledi. Kürüm, son yıllarda ortaya çıkan toplum mühendisliği kavramı ve mitolojiler kullanarak milletlerin sömürülebildiğini ifade etti. “Toplumların 20 yıl sonraki durumu ile ilgili simumilasyonları (benzetim) yapılabiliyor” diyen Kürüm, “Mitolojiler toplumun dokusunu ortaya koyar. Mitoloji durduk yere olmaz” şeklinde konuştu. 

Türklerde tek bir tanrı olduğunu kaydeden Kürüm, “bazen tanrı oluyor bu bazen Umay ya da Ülgen oluyor. Türkler uzun zaman göçebe yaşıyor. Yerleşik topluma geçince bu doğa dinleri ihtiyaçlara karşılık vermiyor. Bu nedenler olaylara daha farklı bakmaya ve farklı arayışlara giriyorlar. O zaman da kahramanlar oluşturmaya mitler yaratmaya başlıyor” dedi. 




Daha geniş yapıya sahip;

Turgay Kürüm Türk mitolojisi ve diğer mitolojiler arasındaki fark ve benzerliklerle ilgili şu bilgileri verdi: “Türk mitolojisi diğer bütün mitolojilerden daha geniş bir yapıya sahip. Yüzüklerin efendisi tamamen İskandinav bir tarihçinin eseridir. Runik yazıyı kullanır bolca. Yaşam ağacını kullanır. İskandinav mitolojisinde 9 sihir var. Bizim Türk Altay mitolojisinde yaşam ağacının 9 dalı var. İsveç’te bulunan mezarlar var. Bunlardan birini açıyorlar aynen bizde Altay’da olduğu gibi kılıçları yanlarında atları da yanlarına gömülmüş. Türk kültürü tüm Avrupa kültürünün en dibine 
imzasına koymuş.” 



İslam öncesi tarih yok sayılıyor;


Yeniçağ gazetesi yazarlarından Selcan Taşçı, Türk tarihine karşı güçlerin sadece dışarıda değil içeride de var olduğunu gözler önüne serdi. Üniversitelerde İslamiyet öncesi Türk tarihinin yok sayıldığını belirten Taşçı, iletisinde şöyle diyor: “Lisans eğitimimi yaptığım İstanbul Üniversitesi’nde Yunan mitolojisi zorunlu dersken Türk mitolojisi okutulmuyordu. Verdiğimiz mücadelelerle 2006 yılından bu yana seçmeli ders olarak okutulmaya başladı. Birçok üniversitede Türk sanatı yerine Türk İslam sanatı kürsüsü açılması, gençlerin İslamiyet öncesi Türk kültürüne yabancılaşmasına yol açıyor. Göçebenin medeniyeti olmaz anlayışı ile bu dönem yok sayılarak veya üstünkörü geçiştirilerek yoğunlaştırılmış bir Osmanlı dönemi öğretimi yapılıyor. Sonra da Ergenekon’u öğrenmek böyle hukuk garabetleri vesilesi ile oluyor. Oysa bugün terör simgesi sayılan renklerden; bazı kesimlerin ’kızılbaş geleneği’ diye dışladığı kızıl renk, temel kültürel kodlarımızdan başka bir şey değil.” 



Sayılar, semboller ve renklerin anlamları;


Prof. Dr. Yaşar Çoruhlu Türk Mitolojisi’nde yönlere göre belirlenen bazı renklerin ön plana çıktığını belirtti. “4 ana yöne göre, kuzeyin rengi siyah, doğunun rengi mavi ya da yeşil, batının rengi beyaz, güneyin rengi kızıl olarak ifade edilmiş. 19 sayısı, Allah’ın isimlerinden Vahid’in yani birin sayısal değerini ifade ediyor. 7, gök katları ve yer katlarından söz edilirken İslam öncesinde yedi kattan söz ediliyordu. 

9 ise tasavvufla ilgili bir inanış. Teşbih olarak kullanılıyor. 9. kat gökte arş denilen bir kat var. Allah’ın tahtının burada olduğuna inanılıyor.”


Kaynak: CEVİZKABUĞU /2009 Hulki Cevizoğlu








*Yaşar Çoruhlu, Türk Mitolojisinin ABC’si, İstanbul 1999. 

*Yaşar Çoruhlu, Türk Sanatında Hayvan Sembolizmi, İstanbul 1995.
*Bahaeddin Ögel, Türk Kültür Tarihine Giriş, 9 c., Ankara 1978-1987.

*Emel Esin, Türk Kozmolojisi (İlk Devir Üzerine Araştırmalar), İstanbul 1979. 

*Abdimalik Nisanbayev, Kazakistan’da Dede Korkut, (hzl. Dinara Düysabayeva -  Banu Muhyayeva - Sadık Tural), Ankara 2000, Atatürk Kültür Merkezi Yay.  




*Abdülkadir İnan, Manas Destanı, İstanbul 1992, Milli Eğitim  Bakanlığı Yay. 

*Abdülkadir İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, Ankara 1986. 

*James George Frazer, Altın Dal (Büyü ve Din Üzerine Bir Çalışma), (çev.: Mehmet  H. Doğan), İstanbul 2004. 

*Jean Paul Roux, Altay Türklerinde Ölüm, (çev.: Aykut Kazancıgil), İstanbul 1999. 

*Jean Paul Roux, Orta Asya’da Kutsal Bitkiler ve Hayvanlar, (çev. Aykut KazancıgilLale Arslan), İstanbul 2005. 


*Jean Paul Roux,  Türklerin ve Moğolların Eski Dini, (çev.: Aykut Kazancıgil),  İstanbul 1994.











YAŞAR ÇORUHLU ile Türk Mitolojisi
Öteki Gündem Programı






SB.






TARİH BOYUNCA ANADOLU VE TÜRKLÜK






Tarih boyunca çok farklı ve geniş bir coğrafyaya yayılmış ve gittiği her yerde imparatorluklar, devletler kurmuş olan Türk milletinin  Anadolu’ya kesin olarak yerleşmesiyle Batılıların oklarına hedef olması tarihsel bir olgudur. Tarih bilgisi açısından yüzeysel bilgi sahibi olanlar ile art niyetli Batılılar, Anadolu'nun Türkleşmesini 1071 Malazgirt Savaşı'yla başlatırlar. Ne var ki Türklerin Anadolu’ya yerleşmesi çok öncelere dayanır. İskitler, M.S. 680 yılından itibaren ve Milattan sonraki yıllarda da  çok çeşitli Türk boy ve toplulukları Anadolu’ya gelmişlerdir.


Bu noktada tarihçilerin iddia ettikleri ve araştırılması gereken bir husus İskitlerin gelişinden çok önceki yıllarda Mezopotamya’da kurulan uygarlıkların temelinin de Türk soylular tarafından atıldığıdır. Yine Milattan önce Anadolu’daki Truvalıların ve Güney Avrupa’daki de Etrüsklerin Türk soylu oldukları son yıllarda sıklıkla savunulmaktadır.



Bu bağlamda Milattan sonraki yıllarda Anadolu’ya yerleşenler arasında Hun Türklerini de özellikle belirtmek gerekir. Çünkü, Büyük Hun İmparatorluğu'nun yıkılışından sonra Batıya göç eden Hunların bir kolu 395 tarihinde Erzurum üzerinden Anadolu'ya gelmiş, 451 yılında onları Akhunlar izlemişlerdir. Büyük bir göç dalgası da 466'da gerçekleşmiş, Avrupa Hunları'na bağlı Ağaçeri Türk boyları Anadolu'ya gelmişler ve yerleşmişlerdir. Anadolu'ya doğru diğer iki önemli Türk göçü 558 ve 575 tarihlerine rastlamaktadır. Güney Kafkasya'da Hazar İmparatorluğu'nun temelini oluşturan Sabar Türk toplulukları bu sürede yoğun bir şekilde Anadolu'ya gelmişlerdir. Bulgar Türkleri, Avar Türk boyları, Uz-Peçenek Türkleri ve Kuman-Kıpçak Türk boyları da Anadolu'ya yoğun olarak gelen ve yerleşen Türk boyları arasında bulunmaktadır. Bu boylar arasında özellikle Balkanlar'dan Anadolu'ya gelen Bulgar Türkleri ile Kafkaslardan gelerek yerleşen Kuman-Kıpçak Türkleri; Doğu Karadeniz Bölgesi'nin Türkleşmesinde çok önemli bir yere sahiptirler. Bütün bu göçler nedeniyle Sultan Alpaslan Malazgirt savaşı ertesi Anadolu’yu ele geçirince bu coğrafyada yerleşmiş Türklerle dolu bir yurt bulmuş ve Selçuklu İmparatorluğunu buraya taşıyarak Türklüğü kalıcı kılmıştır. Ne var ki dünyada en çok devlet kuran milletin Türkler olduğunu bilen Batılılar bu gelişmeyi hazmedemeyip Türkleri Anadolu’dan kalıcı olarak çıkarmak için Haçlı seferlerini başlatmışlardır. Türk milleti bütün bu saldırıların üstesinden gelmeyi bilmiş ve Anadolu toprakları üzerinde bir çok beyliklerin yanı sıra Selçuklu ve Osmanlı İmparatorlukları ile bugünkü güçlü, bağımsız, çağdaş Türkiye Cumhuriyetini kurmuştur.



Özellikle sömürgeciliğin zirveye çıktığı bir dönemde ortaya çıkan ve mazlum milletlere örnek olan bu gelişme ise Batılıları rahatsız etmiş ve üzerimizde geleneksel “parçala-böl- yönet” stratejileri uygulanmaya konulmuştur. 1800’lü yılların ortalarında yürürlüğe konulan Şark Meselesi ve bugünkü Büyük Ortadoğu projeleri işte bu amacı taşımaktadır.



Türklerin Anadolu’ya yerleşmesi ve Ön Asya’da İslamiyetin hamisi ve İslam aleminin önderi durumuna geçmeleriyle Avrupalılar açısından bir kabus dönemi başlamıştır. Tüm Avrupa’da Kilise tarafından yaratılan panikle önce Haçlı Seferleri yapılmış, yenilgiyle biten bu seferlerden sonra süreç içinde ortaya konulan “Şark Meselesi”,Türk veya Osmanlı meselesi halini almıştır. Artık Batı dünyası için İslamiyet ile Türklük aynı anlamı ifade eder olmuş ve nihayetinde Türk-İslam ve Avrupa-Hıristiyan mücadeleleri “Şark Meselesi”nin temelini teşkil etmiştir.


“Şark Meselesi” , özellikle 250 yıldır dünyanın büyük devletlerini meşgul etmiştir. Hele bölgede ciddi patrol ve doğalgaz kaynaklarının bulunması başta Avrupa devletleri, Rusya ve süreç içinde ABD’yi de işin içine sokmuştur. Sömürgeciliğin kurallarını iyi bilen her emperyalist devlet yaratılan “güç dengesi “politikasına uymuş ve “Şark Meselesi”ni kendi çıkarlarına uygun şekilde ele almıştır.


Bu bağlamda “Şark Meselesi”nin geçirdiği süreçleri; Türkleri Anadolu’ya sokmamak, Türkleri Anadolu’da durdurmak, Türklerin Rumeli’ye geçişini önlemek, İstanbul’un Türkler tarafından fethini engellemek ve Türklerin Balkanlar üzerinden Avrupa içlerine doğru ilerleyişine mani olmak  şeklinde yorumlayan tarihçilerin görüşleri önemlidir. Bu çerçevede Balkanlardaki çeşitli etnik gruplar ve Doğu Anadolu’daki Ermeniler özellikle din adına kışkırtılmış, kanlı isyanlar çıkarmalarına destek olunmuştur.


Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşüne rağmen ve zamanının en büyük emperyalist güçlerine karşı 9. Haçlı Seferi diyebileceğimiz savaşı da vererek Anadolu’da kalmayı başaran Türklere karşı yeniden başlatılan Sevr anlamındaki planlar ise bugün 10. Haçlı seferi anlamında bir girişimi söz konusu etmektedir.


Bu bağlamda emperyalist Batılıların yıllardır bıkmadan ısıtıp ısıtıp önümüze sürdükleri ve el altından veya açıkça destekledikleri "KürtSorunu”nun altında bu emel, yani Türkleri Anadolu’dan kalıcı atmak vardır. Bu çizgide sözde müttefiklerimiz temel sömürgeci mantığı ile “parçala-böl-yönet” stratejisini uygulamaya koymuşlar ve Anadolu’daki Türk boylarını bile ayrı bir etnik gurup şeklinde ortaya sürerek bölünmeyi, bölücülüğü açıkça desteklemişlerdir.


Özellikle ABD’li stratejistlerce yıllardır planlandığı bilinen ve Sovyetler Birliğinin parçalanması başarıldıktan sonra sahneye açıkça konan Büyük Ortadoğu Projesi bizi de öncelikle ele aldığından çok önemlidir.

Söz konusu Büyük Ortadoğu Projesi ile ilgili en çarpıcı açıklama ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice tarafından 2003 yılında yapılmıştır. Rice bu açıklamasında Ortadoğu’nun dönüştürülüp, Fas’tan Basra körfezine kadar Ortadoğu’da bulunan 22 devletin rejiminin, sınır ve haritalarının değiştirileceğini, Türkiye’nin de bunların içinde olduğunu vurgulamıştır.












Bu bağlamda ABD’nin  Büyük Ortadoğu Projesi ile 
şu beş hedefe ulaşmak istediğini söyleyebiliriz:


1- ABD bu proje ile kendisine ve İsrail’e rakip olabilecek muhtemel güçlerin oluşmasını engellemek istemek,

2- ABD bu proje ile rakipsiz askeri gücünün olanaklarını kullanarak petrol zengini Ortadoğu bölgesini kontrolü amaçlamak,


3- Amerika bu proje ile Ortadoğu bölgesinde bulunan petrol ve doğalgaz kaynakları üzerinde denetimini sağlamak istemek,


4- Kendisine rakip veya rakip olabilecek Avrupa Birliği, Çin ve Japonya’yı bu kaynaklardan uzak tutmak istemek ve


5- Onlara göre var olan ve temeli Afganistan’da kendileri tarafından Mücahiddinlerin kurulmasıyla atılan köktendinci terör diye adlandırılan görünüşteki terörü önlemek.


İşte son bir yıl içinde Arap ülkelerinde demokrasi adına başlatılan halk ayaklanmaları ve Türkiye’deki bölücü terörün artan şekilde azıtması ve giderek siyasallaşması bu planının parçasıdır. Ne var ki Türk milleti tarihte, Orta Asya’dan Anadolu’ya uzanan coğrafyada, çok güçsüz olduğu zamanlarda bile üzerinde oynanan oyunların üstesinden muzafferiyetle gelmesini bilmiştir. Bunu bilmeyen, bilmek istemeyen sözde müttefiklerimizin almaları gereken dersin sayfaları da tarih kitaplarında açıkça resmedilmiştir........


Ali KÜLEBİ

ART Dış Politika Direktörü










***


GELELİM BUGÜNE...


ORTADOĞU'DAKİ KAOS ORTAMINDAN ÇIKMAYA ÇALIŞAN VE BUNUN İÇİNDE "KUKLALARINI" KULLANAN EMPERYALİZM SON NEFESİNDE...

KENDİ BATAKLIĞINDAN "SATILMIŞ MEDYA" İMPARATORLARININ YARDIMIYLA , SALDIRMANIN "HAKLILIĞINI"  HALKA SUNARAK KAFALARI BULANDIRMAYA  VE "ALNININ AKIYLA" ÇIKMAYA ÇALIŞIYOR.




UNUTMAMAMIZ GEREKEN TEK ŞEY :
BİZ 1071 DE GELMEDİK BURALARA, O SON GELİŞİMİZDİ.
BİZ ÇATALHÖYÜKTEN TRUVAYA, ETRÜSKLERDEN SÜMERLİLERE HATTA AMERİKA KITASINDAKİ KIZILDERİLİLERE KADAR HER YERE DAĞILMIŞTIK.





GEÇMİŞİNİ UNUTMA... UNUTMA Kİ , 



SURİYE DÜŞERSE, ORTADOĞU DÜŞER,

ORTADOĞU DÜŞERSE TÜRKİYE DÜŞER,


AMA...



ATALARIMIZDAN GELEN ,EMPERYALİZME KARŞI DİRENİŞ GÜCÜ İLE,

EMPERYALİZM BURAYA GÖMÜLECEK VE İMPARATORLUKLARI ÇÖKECEKTİR.




ATATÜRK'ÜN DE DEDİĞİ GİBİ : 



"Bugün günün ağardığını nasıl görüyorsan, uzaktan doğu milletlerinin de uyanışlarını öyle görüyorum. Bağımsızlık ve egemenliklerine kavuşacak olan çok kardeş millet vardır. Sömürgecilik ve emperyalizm yer yüzünden yok olacak ve yerlerini milletler arasında hiç bir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir ahenk ve işbirliği çağı hakim olacaktır." 







SB.




27 Temmuz 2012 Cuma

SİNEMA : MEDEA - ALTINPOST / 1969




BEYAZ PERDENİN BÜYÜSÜ İLE TÜRKİYE 'DE ÇEKİLMİŞ FİLMLER /4




MEDEA


MEDEA - ALTINPOST   / 1969 /İTALYA-FRANSA-BATI ALMANYA

YÖNETMEN :  PİER PAOLO PAOLİNİ

MARİA CALLAS, MASSİMO GİROTTİ, LAURENT TERZİEFF




Film ; daha küçük bir çocuk olan Jason’a Centaur’un gerçeklerden bahsedişi, öğüt verişi ile başlar. Bir nevi derstir bunlar ve Jason büyüyene dek devam eder. Bu açılış sahnesinde mekandan çok Centaur ve büyüyen Jason ön plandadır; aynı zamanda doğa ve tanrıya dair yönetmene ait düşüncelerin ilk ipuçları vardır.




KAPADOKYA / TÜRKİYE


Colchis olarak seçilen yer Kapadokya'dır. Film, uzunca sayılabilecek bir süre , her baharda yapılan toprağa kurban sunma ritüeli ile devam eder. 

Bu ritüel, Donna Rosenberg’in Dünya Mitolojisinde anaerkil toplum başlığı altında anlatılan şu törenin aynısıdır: “…….Her bahar, yeni ekinlerin tohumları ekildiğinde, çok büyük bir dini törenin parçası olarak bir önceki yılın kutsal kralı kurban edilecektir. Ana tanrıçanın rahibeleri, onun bereket güçlerine sahip olabilmek için, onun etini yiyecek ve yine bereketli olabilmeleri için tarım alanları ve çiftlik hayvanları onun kanıyla sulanacaktır. Sonra, dini bir törenle, kraliçe gelecek yıl için yeni bir kutsal kral alacaktır.”


HARRAN / TÜRKİYE

Bu kez Iolcus (Harran) ’a gideriz. Jason, amcası Pelias’a gelir ve krallık üzerindeki hakkını, hatta kral olmayı ister. Pelias, ona ancak tüm kent krallıklar için gücün sembolü olan Altın Boynuz’u kendisine getirdiği takdirde haklarını verebileceğini söyler. Jason ve adamları (Argonotlar) Altın Boynuz’u aramaya girişirler. Bu kısımda Argonotların yaptığı saldırılar (Kapadokya), gasplar şöyle kabaca gösterilir. 



Tekrar Colchis’e döneriz. Medea’nın Altın Boynuz’u kaçırmakta Jason’a yardım edişi, kaçarlarken kardeşini öldürerek parçalara ayırışı olanca doğallığıyla anlatılır. Jason, Iolcus’a döner ve Altın Boynuz’u Pelias’ın önüne atarak, güç ve iktidar bunda mıydı der ve bu tür dertleri olmadığını belli eder. Daha sonra Medea ile Corinth’e (neresi olduğunu bulamadım,sb.) yerleşirler. Aradan yıllar geçer; Medea, Jason’ın artık kendisine ilgi göstermediğini fark eder ve onun peşinden gider. Jason’ın kendisini aldattığını farkeder. Kızgınlığı hiddete dönüşür ve ardından öykü yeniden birebir canlandırılır.



Medea, çocuklarını kullanarak, kralın kızını lanetler. Kral onu ülkesinden kovar , Medea kabul etsede öcünü almadan gitmeyecektir.!



JASON




MEKAN : KAPADOKYA , HARRAN

MÜZİK : TÜRK ,YUNAN VE ŞAMAN EZGİLERİ
İngilizce altyazı ile :


AYRICA: DONNA ROSENBERG'İN "DÜNYA MİTOLOJİSİ" KİTABINI İNDİREBİLİRSİNİZ

(HER NE KADAR TÜRK MİTOLOJİSİ KİTAPTA OLMASADA !)








BERLİN PERGAMON MÜZESİNDE BİR MERMER MEDEA LAHTİ


MEDEA LAHTİ / PERGAMON MÜZESİ -BERLİN




-MEDEA’NIN KRAL CREON’UN KIZINA 
HEDİYELERLE GÖNDERDİĞİ ÇOCUKLARI, 
JASON VE HİZMETLİ ,
AYRICA JASON’UN ELİNDE 
GELİNCİK ÇİÇEKLERİ VAR,ÖLÜMÜ SİMGELER


HİZMETLİ,JASON,ÇOCUKLARI,CREON'UN KIZI




-KRAL CREON VE KIZI 
ACILAR İÇİNDE KIVRANIRKEN VE JASON BAKARKEN


JASON,CREON VE KIZI






-MEDEA İKİ OĞLUNU ÖLDÜRÜRKEN



MEDEA VE ÇOCUKLARI



-MEDEA’NIN EJDERHA ARABASIYLA KAÇIŞI



MEDEA ÇOCUKLARININ CESETLERİ İLE KAÇARKEN



-JASON İKİ BOĞAYI KONTROL EDERKEN 



JASON İKİ BOĞAYI KONTROL EDERKEN



-JASON VE SAKALLI BİR ASKERİ 


LAHİTİN YANLARI




***


Yunan Mitolojisinin Trajik Figürü Medea


Sanatta günümüze kadar güncelliğini yitirmeyen Medea, Yunan mitolojisinin sıradışı bir kadın karakteri olarak ilk İÖ 5.yy eskiçağ tragedyalarının birinde, Euripides’in eserinde görünür. Bu tiyatro oyununda canlanan figür bir taraftan doğaüstü güçlere sahip bir büyücü diğer taraftan ürkütücü kaderiyle yalnız başına kalmış bir yabancıdır. İÖ 1.yy sonu ve İS 1. yy başlarında ise iki eskiçağ yazarı, ozan Ovidius ve filozof, devlet adamı ve yazar Seneca tragedyalarında Medea’yı anlatmışlardır.

Argonatlarla birlikte Medea’nın mitosu oldukça uzun ve bazı kısımlarında farklı versiyonlar gösterse de temel öykü şöyledir: Medea Karadeniz’in doğusunda, Kolkhis ülkesinde (bugünkü Gürcistan) doğup büyüyen bir kral kızıdır. Kaderini belirleyecek olayların dizisi burda başlar. Yunanistan’dan kalkıp, Kral Aietes’in koruması altındaki ‘Altın Post’un peşine düşen Argonatlardan Iason’a yardım ederek babasına karşı gelir. Hazineyi koruyan yılanı büyüleyip öldüren Medea’a bundan sonra Iason’a her işinde yardım edecektir. Aphrodite yüzünden aşktan gözü hiçbir şeyi görmeyen prenses sanki Iason’un maceralarında önündeki engelleri kaldırmak için Aphrodite’nin planının bir parçası oluvermiştir. Amaçlarına ulaşır ulaşmaz çift Argonatlarla birlikte olasılıkla yanlarına Medea’nın kardeşi Apsyrtos’u da rehin alarak kaçarlar. Yolda peşlerine düşen kral Aietes’i durudurmak için Medea kardeşini parçalara ayırıp denize atar.


Argos gemisiyle devam eden kaçışta sonunda Iason’un ülkesi Iolkos’a ulaşırlar. Burada Medea kocasının rakibi Kral Pelias’ın kızını kandırarak babasını gençleştirme vaadiyle bir kazana parçalar halinde koyar. Fakat büyülü sözleri bilerek kullanmaz. Kralın kızını baba katili yaparak Pelias’ı tekrar canlandırmadan Iolkos ülkesini terkederler. Bundan sonraki durakları Medea’nın artık kaybeden taraf olduğu için Korinthos olacaktır. Euripides mitosu bu bölümünden itibaren ele alır.


Çift Korinthos’ta on yıl yaşar. Ülkesinden uzakta Medea’nın Iason’dan birçok çocuğu olur. Iason, Korinthos Kralı Kreon’a yakınlaşmak için ve Medea’ya da artık ihtiyacı kalmadığını düşünerekten kralın kızı Kreusa (diğer ismiyle Glauke) ile evlenmeyi planlar. Terkedilen Medea şifa gücünü bitkilerden ilaçlar yapmak yerine bu kez bir zehir için kullanır. Öç alma duygusuyla yanıp tutuşarak ölümcül zehirle hazırladığı elbiseyi kendi çocukları aracılığıyla yeni geline düğün hediyesi olarak verdirtir. Kreusa’nın bedeni zehirli elbisenin altında yanarak can verir, babası da kızına yardım ederken ölür. Çocukları ya Korinthliler tarafından ya da Euripides’in anlatısındaki gibi Medea’nın kendisi tarafından öldürülür. İhanet ve terkedilmişlik içinde Medea Iason’un hayatını mahvederek öcünü almıştır.


Medea tekrar kaçak durumuna düşer. Büyük babası Helios’un ona gönderdiği kanatlı ejderhaların çektiği büyülü bir arabayla Korinthos’u terkeder. Mitosun bundan sonraki kısmında Medea Atina Kralı Aigeus’a sığınır. Çocuksuz kralla evlenerek ona Medos isminde bir oğlan verir. Böylece hikâye başladığı yere geri döner. Kolkhis Prensesi, yıllarca süren bir yerden bir yere sürüklenmelerden sonra ülkesine yerleşir ve oğlu Medos tahta çıkarak kral olur.


Eskiçağ sanatında Medea mitosunu gösteren sahneler daha çok vazo resimlerinde ve lahit kabartmalarında karşımıza çıkar. Klasik dönem vazolarından bir Hydria üzerinde Medea karşısındaki bir erkek figürün eşliğinde altında ateş yanan üçayaklı kazan içerisindeki bir koçu gençleştirken betimlenir. Başka vazo sahnelerinde benzer akt tekrarlanır: kazanın içinden çıkan genç insan figürleri gibi. Kırmızı figürlü bir krater üzerinde ise Medea Helios’un ejderha arabasıyla kaçarken betimlenmiştir. Sahnenin altında bir köşede çocukların cesetleri başında yas tutan dadı, diğer köşede Iason yukarı doğru karısına bakarken canlandırılmıştır.


Roma sanatında Antoniuslar zamanına tarihlenen ünlü ‘Basel Lahti’ belki de Medea ikonografisinin anlatan en güzel kabartmalı eserdir. Uzun ön yüzde sahnenin sol tarafında olayın öncesi anlatılır; kenarda Iason klasik Yunan heykelleri pozunda dururken, onun önünde çocukları yeni geline zehirli elbiseyi getirirken canlandırılmıştır. Devamında gelin tahtında oturan Kreusa kendisini bekleyen ölümden habersiz görülmektedir. Sahnenin ortasında, yani merkezinde Kral Kreon başını tutarak, vücudundan alevler çıkan kızı Kreusa’ya doğru atılır. Hemen yan tarafta Medea kanatlı yılan gövdeli bir yaratığın çektiği arabaya ayağını atmış, dadının çaresiz bakışları altında bir omuzunda çocuklarından birinin ölü bedeniyle arkasına dönüp sebep olduğu dramatik olaya bakmaktadır. Benzer komposizyon kurgusunu Berlin Pergamon Museum’da bulunan ve İS 2. yy ortalarına tarihlenen başka bir mermer lahitte görmek mümkündür.


Medea mitosu sahne sanatlarından opera için 17. yüzyıldan beri malzeme oluştururken, resimde daha çok 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra Fransa’da ortaya çıkan Sembolizm sanat akımında Gustav Moreau, Frederik Sandys veya John William Waterhouse gibi birçok ressama konu olmuştur. Literatürde ise 14.yy. dan günümüze kadar Medea motifini işleyen uzun bir yazar listesi karşımıza çıkar. Çağımızın Avrupa edebiyatı için eski Doğu Almanya’nın tanınmış yazarlarından Christa Wolf en iyi örneklerden birini oluştur. Wolf bu mitolojik karakteri ataerkil kuralları da sorgulayarak toplumsal kritik gözüyle işler. Burada Medea ne kardeşini ne de çocuklarını öldürür. Fakat Korinth Kralı sarayındaki bu barbar prensesin kadınlar arası dayanışmayı örgütlemesinden korkarak kente asılsız haberler yayar. Korinth halkı onu suçlayarak sürgüne gönderir. Wolf, toplumun Medea’ya yüklediği veya dayattığı rollerden sıyrılıp başka bakış açısından yeni bir hikâyeyi sorgulamayı dener.


Homeros’un ünlü destanı Odysseia’da rastladığımız teyzesi Kirke gibi büyücü olan Medea erkekleri gençleştirebilmesi yanında aynı zamanda bitkilerden ilaçlar yapabildiği için bir şifacıdır. Hem büyücü hem de bağımsız bir kadın olarak Medea, Kirke gibi isole bir adada yaşamak yerine yaşamın içerisinde olmayı seçmiştir. Âşık olur, babasına ve ülkesine ihanet eder, evlenir ve anne olur. Zayıf karakterli Iason tarafından kullanılır. İlk aşkı kocasına her işinde yardım eder. Ancak ihanete uğrar. Bütün bunların ardından ülkesinden uzakta, sığıntı ve dışlanan durumuna düştüğü Korinth’te Iason’un sırt çevirmesi Medea’ya kıskançlık, öç ve cinnet duygularını yükler. Bunlar yetmezmiş gibi, tragedyada cinnet geçiren anne rolü de eklenerek kendi çocuklarının katili olur. Acaba Euripides Medea’yı evlat katili yaparak eserinin sahnede daha sarsıcı olmasını mı istemiştir? Hem Yunan mitolojisi hem de antik yazarlar yabancı kökenli Medea’ya barbar sıfatıyla (Amazon kraliçesi Penthesileia gibi) bunca acımasızlığı bir solukta yakıştırmış olmalılar. Bununla beraber Euripides Medea’yı insani özellikleriyle ön plana çıkarak iç dünyasına psikolojik bir açıdan bakmamıza da izin verir. Çocuklarını öldürmeye karar verirken yer yer iç hesaplaşmalarına şahit oluruz.

Hayal kırıklığı içinde terkedilmiş Medea aynı zamanda vatansız (heimatlos) kalır. Onun trajik kaderinde sürgün sadece kısa süreli bir çözümdür. Iolkos’dan başlayan ve Atina’da biten kaçışlarında onu sığıntılık, dışlanmışlık ve yabancılık takip eder. Doğaüstü güçlerine rağmen (Troia’nın kâhin Prensesi Kassandra gibi) yaşamında mutluluğu garantilemek mümkün olmamıştır. Güzellik, yetenek, zenginlik ve statü (kral kızı ve tanrısal soy) Medea’ya mutluluğu sunmaya yetmemiştir.

Medea’nın mitosu içindeki birçok motif bugün kadınların yaşamına ayna tutmaktadır. Kolkhis Prensesi, erkeklerin ön planda olduğu kahramanlık çağında var olmuştur. Erkeklerin de kusurları çoktu, ancak bu onların insani yanlarının doğal parçasıydı ve kahraman olmalarına engel değildi. Ne de olsa zaman, erkeklerin kahramanlıklarının yüceltildiği bir zamandı. Her ne kadar ataerkil Yunan toplumunda kadının statüsü yanında bir ’Kadın kahraman (Heroine)’’ tanımlanması pek kullanılmasa da, Medea mitolojide az sayıdaki dişi kahramanların öyküleri içinde hemcinslerinin bağımsızlığını canlandırır.


(alıntıdır.)





EURİPİDES




NOT: Euripides' 490/480 ve 407/6 M.Ö. arasında Atina'da yaşadı. Üç Atinalı tragediyalıların en sonuncusudur (diğer ikisi Aiskhylos ve Sofokles) ve çalışmalarının 18'i bugüne kadar gelmiştir . Medea ilk kez M.Ö. 431 yılında sahnelenmiştir.













 BATUMİ / GÜRCİSTAN ‘DA MEDEA’NIN ELİNDE ALTINPOST İLE 




MEDEA / GÜRCİSTAN




İYİ SEYİRLER
SB.

















SİNEMA : TİNKER TAİLOR SOLDİER SPY / KÖSTEBEK 2011


BEYAZ PERDENİN BÜYÜSÜ İLE TÜRKİYE 'DE 

        ÇEKİLMİŞ FİLMLER /3










TİNKER TAİLOR SOLDİER SPY / KÖSTEBEK 2011

FRANSA-İNGİLTERE-ALMANYA 

YÖNETMEN : THOMAS ALFREDSON


Gary Oldman, Colin Firth, Tom Hardy



Ünlü polisiye yazarı John Le Carre'nin aynı isimli romanından uyarlandı. Soğuk savaş sonrası (1950 sonrası) İngiliz istihbarat örgütü içinde yaşanan bir köstebek avını anlatan film; örgütün iç çatışmalarını, hesaplaşmalarını, müthiş entrikaları, devletler arası değiş-tokuşları, üstte ve altta var olan ilişkileri, stratejileri gözler önüne seriyor.

Le Carré kendisi de emekli bir casustur. Kendine Le Carré kod adını almıştır. Yakın bir zamana kadar da kim olduğu bilinmiyordu.


Üstat, kendi mesleği de olduğundan, işin mutfağından, yani içeriden yazmıştır kitaplarını. Okunması biraz da zordur. Bilerek isteyerek kafanızı karıştırmaya çalışır. Çünkü o casusluğun James Bond gibi anlık kararlarla yapılmadığı, Mission İmpossible gibi tepeden tırnağa aksiyon olmadığını bilir. Özellikle Soğuk Savaş dönemini bilir. Düşmanını iyi tanır. Çünkü belki de yakın bir zamanda yan yana bir masada oturmuştur. Özellikle Rus düşmanı Karla’yı anlatırken bunu çok iyi görürüz. Ona önemli bir hatırasını da kaptırmıştır.


Le Carré’nin dünyasında casuslar, genelde oturdukları yerlerden ağlarını kurup avlarını beklerler. Bekledikleri de başka bir yerde oturup ağ örmekle meşgul olduğundan, belki de gerçekten gerçekler böyle olduğundan her şey biraz ağır gelişir. Buna bir de İngiliz soğukluğunu ve soğukkanlılığını ekleyin. Le Carré’nin kitaplarında ve dünyasında böyle gri bir atmosfer hakimdir. İnsanlardan ziyade insanlar arası olaylar vardır.


Yönetmen Tomas Alfredson, haliyle korkunç bir yükün altına girmiş ama oldukça başarılı bir şekilde de çıkmış.






"KÖSTEBEK"  İSTANBUL'DA




Filmin bir kısmı İstanbul'da geçiyor. Soğuk savaş denince akla ilk gelen casusların cirit attığı, oryantal kentlerin başında gelen İstanbul da filmden rol çalıyor. 

(VE BUGÜN BİLE HALA CİRİT ATIYORLAR...! )







Fragman







İYİ SEYİRLER



SB.






SİNEMA : ULUSLARARASI - THE İNTERNATİONAL 2009


BEYAZ PERDENİN BÜYÜSÜ İLE TÜRKİYE 'DE ÇEKİLMİŞ FİLMLER /2





ULUSLARARASI - THE İNTERNATİONAL 2009
ABD-ALMANYA-İNGİLTERE  
YÖNETMEN: TOM TYKWER

Clive Owen, Naomi Watts, Armin Mueller-Stahl 
ve Haluk Bilginer


Lois Sallinger (Clive Owen) adlı bir Interpol ajanı, Manhattan Savcı Yardımcısı (Naomi Watts) ile birlikte, kirli işler çeviren ve tüm dünyada operasyonlar yürüten bir bankanın peşine düşer. Bankanın kirli işlerini açığa çıkarma konusunda kararlı olan Sallinger, bu amaçla New york, Berlin ve Milan'da devam eden ve onu İstanbul'a kadar getiren bir takibe başlar. 



Kapalı Çarşı /İstanbul- The İnternational


Global bir örgütlenme ile karşı karşıya olduğunu farkeden Salinger, hedefinin dünya çapında terrör ve savaşa kaynak sağlamak için cinayeti dahi göze alabileceğini fark ederek hayatını büyük bir tehlikeye atar.

Tom Tykwer (Run Lola Run)’ın yönettiği filmin geçtiğimiz yaz Almanya’da başlayan çekimleri, bir çok Avrupa Şehri ile İstanbul’da Süleymaniye Camii ve Yerebatan Sarnıcı’nın da yer aldığı tarihi mekanlarda gerçekleştirildi. Filmdeki düğümün çözüldüğü İstanbul sahnelerinde ünlü oyuncu Haluk Bilginer de yer aldı.



BİR REPLİK :

" A-Silah satışındaki amaç kar etmek değil.Bu kontrol meselesi.

  B-Silah sevkiyatını kontrol eden, savaşları da kontrol eder.

  A- Hayır,Hayır IBCC bir bankadır.Amaçları savaşları kontrol etmek değil.Savaşların ürettiği borçları kontrol etmektir.Bunu bilmeniz lazım. Savaşların gerçek getirisi,asıl olan,yarattığı borçlanmalardır.Borçları kontrol eden HERŞEYİ KONTROL EDER."



The İnternational  in İstanbul



SURİYE - TÜRKİYE - İSRAİL İlişkileri 

(GÖRMEK İSTEYENE !)


Fragman




İYİ SEYİRLER,
SB.



SİNEMA : THE FALL - DÜŞÜŞ / 2006



BEYAZ PERDENİN BÜYÜSÜ İLE  TÜRKİYE 'DE ÇEKİLMİŞ FİLMLER /1


THE FALL - DÜŞÜŞ / 2006 
YÖNETMEN : TARSEM SİNGH



ABD-İNGİLTERE-HİNDİSTAN YAPIMI


Lee Pace, Catinca Untaru, Justine Waddell



Bridge in Piketberg, South Africa

Ailesiyle birlikte portakal toplayarak geçinen küçük Meksikalı kızımız Alexandria ağaçtan düşüp kolunu kırmıştır. Aşk acısı çekmekte olan intihara meyilli bir dublörde, köprüden atlama sahnesinde yaralanmıştır ve onunla aynı hastanede kalmaktadır. Bu iki insan arasında ilginç bir ilişki oluşur. Dublör Roy intihar edebilmek için küçük Alexandria'yı kullanmaya karar verir. Bunun için de çocukların en sevdiği şeyi, masalları kullanır. Alexandria'ya anlattığı masalın sonu yaklaştıkça filmdeki hikayenin sonu da yaklaşır.


Valkenberg Hospital in Cape Town, South Africa

Görsel şölen, rengarenk bir film ortaya çıkar.The Fall 2007 yılında Berlin Uluslararası Film Festivali’nde, yine aynı yıl Sitges-Catalonia Uluslararası Film Festivali’nde, 2008 yılında da Austin Film Kritikleri Derneği’nden ödül kazanmıştır.


Hagia Sophia in Istanbul, Türkiye

18 ülkede 26 farklı mekanda çekilen filmde , Ayasofya  bir sahnesinde kullanılmıştır. 
Filmin müziği ise Beethoven'in 7.senfonisidir.


City Palace in Jaipur, Rajasthan, India


Her ne kadar ; Semazenlerin kullandıkları başlık Hıristiyan başlığına benzeyip , Taj Umaid Bhawan  Sarayı'nda , Jodhpur/ Hindistan'da , geçsede :))


Umaid Bhawa in Jaipur, Rajasthan, India


Teatro Opera in Buenos Aires, Argentina


Chandra Mahal in Jaipur, Rajasthan, India


Buenos Aires Zoo in Buenos Aires, Argentina


Buland Darwaza in Fatehpur Sikri, Agra, Uttar Pradesh, India


City Palace in Jaipur, Rajasthan, India


Jantar Mantar in Jaipur, Rajasthan, India


Charles Bridge in Prague, Czech Republic


Tegallalang Rice Terrace in Ubud, Bali, Indonesia


Gunung Kawi in Tampaksiring, Bali, Indonesia


Li River in Guangxi Province, China



ve DALİ ile THE FALL



Bir başka dikkate değer unsur da yönetmenin (The CELL 'de onun) sessiz sinema dönemine ve dublörlere saygı duruşunda bulunması. Özellikle filmin başında öyle bir sahne var ki,  Slow-motion görüntülerin kullanıldığı, siyah ve beyazın müthiş uyumuyla izleyenleri şaşırtan bu giriş sahnesi aslında bir anlamda yönetmenin dünyasından da ilk ipuçlarını veriyor. 

İnsanı büyüleyen The Fall, kaçırılmaması gereken harikulade filmlerden biridir.




Fragman







İYİ SEYİRLER,


SB.